28 Ocak 2013 Pazartesi

Kapı.

İki kapılı bir handa, giderken gündüz gece, kapılardan başka ne düşünebilirdi insan ? Girdiğim kapı ve çıkacağım kapı arasında, milyonlarca kapıdan oluşan bir hayat yaşıyorum. İnsan hayatta sadece iki kapıyı göremez: doğum ve ölüm kapısı.

İnsan, içinden geçtiği kapı kadar vardır. Kapı insanın yaşamının mekansal bir yansımansından başka bir şey değildir. Bir saray kapısı ile gecekondu kapısı aynı şeyi farklı şekillerde ihtiva ederler. Bir kapı iki mekan arasındaki bağlantıdan başka ne olabilir ki zaten? Fakat mekansal kapıdan konuşmak istemiyorum, zihinsel kapıdan konuşmak istiyorum. Yaptığım her hareket, başka bir harekete açılan kapıdır, yani kapılar neden-sonuç ilişkisi ile açılır. Ancak doğum kapısı ölüm kapısının nedenidir. Bir insanın doğum kapısından içeriye girmesinin sebebi, ölüm kapısına ulaşmaktan başka bir şey olmayacaktır. İnsan hayatında, başka başka hayatlara açılan kapıları bilebilir ancak.

İsa, Yuhanna incilinin şimdi hatırlayamadığım bir yerinde, müritlerine ''kapı benim'' diye seslenmektedir. İsa yeni bir hayata açılan bir kapı idi, Hıristiyanlığın kapısı İsa, iyi çoban İsa. Benim kapım kimdi? Biliyorum, bir çok kapıdan geçtim, ama sadece bir kapıyı kişileştirdim, bir kapıya ''kim'' sorusunu sorabildim. Benim kapım İsa değil, benim kapım iyi çoban da değil. Yeni bir kapıyı arıyorum uzun zamandır, yeni bir geçiş, yeni bir giriş, yeni bir hayat. Ancak bazı şeyleri unutuyorum, aradığım yeni kapının, eski kapı ile girdiğim yerden bir çıkış olacağını sık sık unutuyorum, peki o mekandan çıkmak istiyor muyum? O mekan içerisinde kapılar mı arıyorum? Turgut Uyar şiirinde söylüyor: ''sayısız penceren vardı bir bir kapattım, bana dönesin diye bir bir kapattım..'' diyor şair, ben belki pencereler kapatıyorum, ama pencereleri ulaşmak için geçilecek kapıları kapatıyorum, bana dönesin diye bir bir kapılar kapatıyorum. Bazen aynı mekanın içinde olan, bazen çok farklı mekanlara açılan kapılar kapatıyorum, var olduğum mekandan kaçmak istemiyorum, kaçarsam her şey yıkılacak biliyorum.

Çok eski bir kapının mekanında ikamet ediyorum, aynı mekan içerisinde pencereler kapatıyorum. İçinden her geçtiğim kapı aslında tek kapı, çok sonraları fark ediyorum, o öyle bir kapı ki, bir mekanı yine o mekana bağlayabiliyor. Kapıya çizgiler çekmek istiyorum, hapishane duvarlarındaki gibi günleri saydıracak çizgiler çekmek istiyorum, penceresi olmayan bir kapıyı çiziyorum.

Kapının rengi değişiyor, kapı yaşlanıyor, mekan aynı kalıyor. Zamanın dışında bir mekan ve zamana bağlı bir kapı ile yaşıyorum, zamanı oluşturuyorum.




24 Ocak 2013 Perşembe

Anlatamıyorum.

6. sınıfta, türkçe dersinde öğretmen tahtaya bir şiir yazıyor. Gün karanlık, sınıf kalabalık, camlar buğuluydu. Muhtemelen bir ekim günü, günler kısalmış son derste oturuyorum, hava soğuk olacak ki camlar buğulanmış, türkçe öğretmenim emel, boyu kısa, tahtanın üstüne yetişmek için zorluyor, parmaklarının ucunda duruyor. Bir şiir yazıyor, o zamanki gözlerim şiiri epeyce uzun görüyor. ''Ağlasam sesimi duyar mısınız,'' diye başlıyor şiir ve ''Anlatamıyorum'' diye bitiyor. Deftere geçiriyorum, okuyorum, anlamıyorum. Şair haklı, anlatamıyor, anlamıyorum. 

O günden geriye bunlar kaldı, çok net hatırladığım için biraz korktuğum bu şeyler. Altıncı sınıfın başında birisi olacak şiirin bende uyandırdığı his ise yıllar boyu değişmedi, ta ki geçen haftaya kadar. Bu şiiri her okuyuşumda gözümde yeşil çimenler, alabildiğine uzak kırlar, güneş ve deniz canlanırdı, belki de şiiri ilk okuyuşumun karanlık ve soğuk bir ekim akşamı oluşundan dolayıdır, ama böyle olurdu. Ataol Behramoğlu'nun bir kitabı ile karşılaştım, şair bu kitapta aşk şiirlerini toplamış ve bunları belli başlıklar içerisinde ayırmış. Başlıklardan birisi ''Sezişler'', bu başlığın ilk şiirlerinden bir tanesi de, Orhan Veli'nin Anlatamıyorum şiiri. Şair neyi seziyor? Ben onun sezebildiği şeyi, neden sezgisini aktardığı şiirde göremedim?

Sorunun cevabının, yani şairin sezgisini bilemeyişimin sebebi, aslında bu soruyu ona yöneltişimdeki sorunda yatıyormuş, bunu çok geç anladım. Şair neyi değil kimi seziyor? Evet doğru soru bu olmalı, şair kimi sezdi? Şiiri böyle okuyorum, ve seziyorum, şairin sezdiği kişiyi seziyorum. Şiiri tekrar yorumluyorum: ''Birisi var biliyorum; her şeyi söylemek mümkün...'' 

Artık bütün soruların cevabını biliyorum. Mısralarda ağlama seslerini duyuyorum, dokunabiliyor, görebiliyorum, şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinse kifayetsiz olduğu anları artık biliyorum.

Anladım, ne oldu? ne değişti şiire bakışımda? Hiç. Ben hala uçsuz bucaksız, yeşil ve mavili bir yer istiyorum. Şairin sezdiği şeyi sezmek değil yaşamak isterim. Ve bu şiiri her okuyuşumda, aklıma başka bir şairin başka bir betimlemesi gelecek:

''aynı yalınlıkla ölmek isterim
kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz
mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
yeryüzü uzansın altımda sessiz.''


11 Ocak 2013 Cuma

Karşılaşmalar.

2008 yılının Temmuz ayı olduğunu düşündüğüm bir zamanda, sabah saat 11:00 civarında tramvaya bindim, nereye ve neden gittiğim tabii ki önemli değil, ama bir yere gittim ve gece dönmem gerekti. Saat akşam 22:00 civarı tekrar tramvaya bindim, tramvaya binerek gittim ve ona binerek döndüm, sabah giderken oturduğum tramvay koltuğunda, akşam dönerken de oturdum. Koltuğun sağ tarafındaki cam kenarına şu an ne olduğunu bilmediğim bir şey kazınmıştı, sabah giderken göz ucu ile kazılana baktım, akşam dönerken göz ucuyla bakışımı tekrar yaşadım. Yaklaşık 12 saatlik bir süre iki uca ayrılıyor, tramvaya binmem ve tramvaya tekrar binmem. On iki saatlik dilimin başı ve sonunu oluşturan aynı koltuk.

Her karşılaşma, yeni bir insanı veya nesneyi tanımaya açılan yoldur.12 saatlik sürede tramvay değişti, o koltuğa yüzlerce kişi oturdu ve belki o yazıya yüzlerce kişi baktı. Ancak tramvayın değiştiği kaçınılmaz bir son.

Kadıköy'e gittiğim her gün, bir şeyler ile karşılaşıyorum, bazen üzüntü bazen sevgi bazen boş yollarla karşılaşıyorum. Değişen ne? diye bakıyorum, bir gün önce sevgi olan şey ile üzüntü olarak karşılaştığım zamanlar çoğunluk. Sevginin kendim ile ilgili bir şey olduğunu biliyorum, demek ki bir gün önce kendisi ile karşılaştığım şeyler bir gün sonra benlik olarak karşımda duruyorlar.

Bazen boş koltuklarda karşılaşıyoruz.