5 Aralık 2012 Çarşamba

Yalnızlık/Yalın-ızlık


Otobüste tek başına yolculuk eden bir adama atfedilen yalnızlık ile dünya üzerinde kalan son insana atfedilen yalnızlık aynı mıdır? Bu atfedilen gerçekten yalnızlık mıdır? Yalnızlık öznenin kendisini şeylerden  soyutlaması mıdır? Öznenin şeyler ile bağlantı kurması onun yalnızlığını giderir mi ? Yada şarkıda söylendiği gibi, yalnızlık ömür boyu mudur? Ve ben neden bu kadar çok soru soruyorum?

Kalabalıktayım, gittiğim her yer kalabalık, bir özne olarak sürekli diğer özneler ile iç içeyim, şeylerle birlikte varım. Eminim ki varlığımın yahut varoluşumun (bu ikisinin ayrımını bu noktada yapmıyorum) kaynağı diğer öznelerdir. Benim hayatımı kuranlar onlar oldular ve ben, beni ben diye niteleyebiliyorsam bu şüphesiz ki ‘’onlar’’ sayesindedir. Ancak beni ben yapan özneler, ben yaptıkları şeyin yalnızlığını yok edemezler/edemiyorlar.

Zaten, yalnızlık özneler ile giderilebilecek bir şey olsaydı, yalnızlık diye bir kavram olmazdı çünkü insan öznelerden kopuk değildir. Ancak insanlar her zaman yanlış anladıkları gibi, bunu da anlamadılar. Özneyi yalnızlıktan kurtaranın bir özneler birliği veya başka bir özne olduğunu sandılar. Bir masada tek başına oturan bir adama yalnız dediler, bir otobüste tek başına yolculuk edene yalnız dediler, sevgilisi olmayan bir kadına/erkeğe yalnız dediler, ama yalnızlığı anlamadılar. Yalnızlığı sadece özneye bağlı olmadığının ayrıtına varamadılar, özneler ve şeyler, özneyi tek başlarına yalnızlıktan kurtaramazlar. Mesele ben ile başka bir ben’in bir araya gelmesi değildir, mesele kendiliğimin başka bir kendilik ile bir araya gelmesidir. İnsanlar kendi oluşlarını açmadıkları sürece yalnızlık ömür boyu sürebilir.
İşte, ben-kendim ayrımını dile getirebileceğimiz nokta burasıdır. Düşünüyorum, neden dilde böyle bir  ayrıma ihtiyaç duyuldu? Neden Yunus Emre ‘’bir ben var benden içeri’’ diye bir şey yazdı? Ve benlik, kendiliğini ne kadar bilebilir?
Bu yazının tümünde olduğu gibi, yine ‘’benlik’’ düşüncelerim ile bunlara yanıt verebilirim. Kendilik bir tohum olabilir, ancak benlik bir ağaçtır ve ağaçlar toprak, su, güneş, hava olmadan var olamazlar. İnsan benliğini ne zaman kazanır? Diye bir soru duysanız bu çok anlamsız gelmeyecektir.  Ancak benlik kazanmak nedir? Sorusu ortaya çıkacaktır. Hemen peşine, benlik kazanılacak bir şey ise bunu kimden veya neyden kazanırım? türünde yeni bir soru ekleyebilirim.
Bellek aslında kazanılan değil, oluşan bir şeydir. İnsan benliğinin, ben olma halini anlamasını benlik olarak adlandırır. Yani beni, aslında bu ben olma durumuna gelirken, sen, o, siz ve onlardan topladıkları ile bu duruma gelir. Ben aslında bütün hayatım boyunca tanıdığım insanlardır, benlik henüz oluşumu tamamlanmamış ve ölüme kadar tamamlanmayacak olan bir örtüdür.

Kendilik ise bu örtünün altında yatan gerçektir. Herakleitos’un aradığı şey iş budur. ‘’Kendimi arıyorum’’ der Herakleitos, burada kendim’den daha fazla bahsedilemez ancak bunun, yalnızlığımı giderecek şey olduğunu söyleyebilirim. Kalabalıkta insanlar, benlikleri ile var olurlar, o sırada kendilikleri kapanır, körelir. Bu noktada insan, iki insan veya bir insanlar grubu birbirlerine kendiliklerini açar iseler, yalnız olma durumu ortadan kalkabilir.
Kendiliği, başka bir kendilik ile bütünleştiği kadar, insan yalnızlığın dışına çıkabilir. Sevgilim olması, arkadaşlarım olması, partilere katılmak, kalabalıklara girmek beni yalnızlıktan kurtarmaz. Aynı şekilde, bir masada tek başıma oturmam da beni yalnız yapmaz.

Yalnızlık kelimesi, yalın kelimesinden türeyen bir kelime, insanın yalın olma durumunu tanımlıyor. Bir insanın en yalın şeyi kendiliğidir. Yalnızlığının yok edilmesi gereken/ yok edilebilecek olan, ben değil kendimdir.





1 Aralık 2012 Cumartesi

Sevgi

Gerçekten bir insanı sevmekle mi başlayacak her şey? Sevmek, sevginin nesneye yönelmiş hali ise ve sevgiyi nesneye yönelten kişi ben isem, benimle mi başlar her şey? Peki ben kimim, sevgime nesne bulamadığım sürece ben ne kadar varım, ne kadar başlangıçtayım?

Sokrates öncesinde bir filozof vardı, adı Empedokles. Bize sevginin her şeyi birleştirdiğini söylüyordu bu filozof, ona göre nesnelerin, evrenin, insanların, her şeyin birbirine tutunmasını sağlayan şey sevgi idi. Ancak onun bahsettiği şey bizim düşündüğümüz gibi, soyut, varlığa gelmemiş bir şey değildi. Aksine ona göre sevgi elle tutulabilecek bir şey idi, olmak zorundaydı. Aslında Sokrates öncesi filozoflara baktığımızda sevgiyi bir bütünleştirici olarak görmek normal bir şeydir diyebiliriz, ancak Platon gelip bunların hepsini dağıtına kadar.

Şimdi geriye döneyim, sorduğum bir kaç soruya kendime yönelerek cevap aramaya çalışayım. Sevgi nin sevdaya dönüşebilmesi için bir nesneye yönelmesi gerektiğine eminim, olunmalı da, ancak bu nesne nerede olmalı? dışarıda, içeride veya bambaşka bir yerde. Nesne bir kadın da olabilir, bir hayvan da, hatta nesne tanrı da olabilir. Ancak bunların tamamen dışında sevgi nin nesnesi kendisi de olabilir. Kendisine dışarıda nesne bulamayan bir sevgi, elbette kendisine yönebilir, yönebilmelidir. Ancak burada kastettiğim kişinin kendine sevdalı olması değil, öyle olsa idi egoist bir ben ile karşı karşıya kalırdım. Burada sevginin sevgiye sevgi duymasın, tamamıyla sevginin sevgiye yönelmesi durumudur, bu kendi kaşına, gözüne, saçına aşık olma durumu değildir. Zaten sevgi dışarıda bir nesne bulup ona yöneldiğinde, ve bu nesnenin sevgisi ile bütünleştiğinde artık ortaya çıkan tek bir sevgi olmayacak mıdır? Yani sevgi dolaylı olarak yine kendine yönelmeyecek midir?

Sevgiyi nesneye yönelten kişi eğer ben olursam, burada düşünce ve akıl devreye giriyor demektir. Ancak sevgi-sevda durumu akıl dışı bir kavramlar bütünü olmalıdır. Demek ki bu yönelimi sağlayan ben değilim, ben olmadığım gibi kendim de değildir. Sevgi kendi bilinci olan bir şey, ancak bu bilinç bir akılsallık taşımıyor. Sevgi kendi kendisini besliyor, yani bilinç-sevgi ilişkisinden ziyade sevgi-sevgi ilişkisi var. Kendisini besleyerek bir yönelim yaratmaya çalışıyor, yöneleceği diğer bir sevgiyi o  seçiyor, ve sevgi akılsal düşünemediği için nesnenin güzelliğine bakmıyor, en azından zihin ile algılanacak bir güzelliğe bakmıyor. Demek ki sevgiyi yönlendiren bir benlik yok, demek ki her şey benimle değil sevgi kavramının kendisi ile başlıyor.

Heidegger, yalnız olmama durumunu tanımlarken miteinander-sein kavramını kullanıyor. Yani bir varlık etrafında birlikte olmak diyor Heidegger, işte sevgi, karşısında sevgi isteyen bir sevgi bulduğunda bir varlık etrafında toplanılmış oluyor. Yani her şey sevmekle başlıyor.

Ve neden bilmiyorum, ben bunları yazarken aklımda olan tek bir şey vardı: ''sen beyaz bir kadınsın uzaktaki / gözlerin aklımdan çıkmıyor..''